-
1 söz gelmek
-
2 söz
1) слово, речь, разговорsözü açılmak — пойти - о речи (о чём-л.)
sözü ağzında bırakmak, sözü ağzından almak — прервать, не давать договорить
sözün ardı boşa çıkmak — все разговоры оказались / были тщетными
sözü ağzına takımak — затыкать рот, не давать возможности говорить
söze başlamak — начать разговор о чём
sözünü esirgememek / sakınmamak — говорить прямо, не выбирая слова, резать правду-матку
söz etmek — а) говорить о ком-чём; б) сплетничать о ком
sözünü kesmek — а) прекратить говорить; б) прервать разговор, прервать чью-л. речь; перебивать кого
söz sözü açar — слово за слово, и пойдёт разговор
sözü tartmak — разговаривать, взвешивая слова
2) слово, обещаниеsöz almak — а) взять слово ( для выступления); б) заручиться чьим-л. обещанием; в) получить положительный ответ семьи невесты
3) слухи, молва••- söz aramızdasöz gümüşse sükût altın — посл. слово - серебро, молчание - золото
- söz atmak
- söz arasında
- sözünü bilmez
- söz bir Allah bir!
- sözünden çıkmamak
- söz dinlemek
- sözü geçer
- söz geçirmek
- sözünü geçirmek
- sözü geçmek
- söz gelmek
- sözüne gelmek
- söz getirmek
- söz götürmez
- söz işitmek
- söz kaldırmamak
- sözde kalmak
- söz kesmek
- sözü kesmek
- sözü mü olur?
- sözü sohbeti yerinde
- sözüm yabana dışarı
- sözüm meclisten dışarı
- söze yatmak
- söz yok! -
3 söz
"1. remark, utterance; expression; statement; word. 2. promise. 3. rumor. -ü açılmak to be brought up in conversation, be mentioned, be spoken of. - açmak /dan/ to bring (something) up in conversation. -ü ağzında bırakmak /ın/ not to let (someone) finish what he´s saying. -ü ağzına tıkamak /ın/ to squelch, silence. - ağzından dirhemle çıkmak to be very taciturn, be very sparing in one´s speech. -ü ağzında gevelemek not to come to the point, to beat around the bush. - almak 1. to start to talk (after obtaining permission). 2. /dan/ to get a promise out of (someone). - altında kalmamak to give as good as one gets (in an argument). - anlamak to understand what one is told and act on it. - anlamaz (someone) who refuses to understand what´s told him, who won´t listen to reason. - anlayan beri gelsin. colloq. None of you understand me. - aramızda.... Between you and me./Don´t tell anyone else. - arasında in the course of the conversation. - atmak /a/ 1. to make a rude remark about (someone) within his hearing. 2. to make an improper innuendo or suggestion to (a woman), proposition. -e atılmak to enter a conversation suddenly, suddenly to come forth with some remarks. - ayağa düşmek for a matter to be talked about by people who have no right to do so. -ü bağlamak to conclude one´s remarks. -ünü/-ünüzü balla kestim. colloq. Excuse me for interrupting you. -ünü bilmek to speak tactfully. -ünü bilmez tactless. - bir, Allah bir. You can rely on me completely; I am a man of my word. - bir etmek to unite with others (against someone or something). - birliği etmek (for people) to agree beforehand as to what they will say or do; to agree to tell the same story or act in the same way. -e boğmak /ı/ to drown (a subject) in a flood of words. -ü çevirmek to change the subject. - çıkmak for a piece of news to be going around/be bruited about. -ünden çıkmamak /ın/ never to think of bucking (someone), never to think of going against (someone´s) wishes or orders. -ü çiğnemek to beat around the bush. - dağarcığı vocabulary. - dinlemek to heed what one is told, follow advice. -ünden dönmek to go back on one´s word. -ünde durmak to keep one´s word. - düşmemek /a/ to have no right to voice an opinion. - ebesi 1. garrulous, talkative. 2. quick at repartee. - ehli eloquent (person). - eri 1. eloquent (person). 2. (someone) who knows how to talk people into doing what he wants. -ünün eri man of his word; woman of her word. -ünü esirgememek to be very plainspoken, not to mince words, to call a spade a spade. - etmek /dan/ to talk about (someone, something). -ünü etmek /ın/ to talk about (something). -ü geçen the aforementioned, the aforesaid (person, thing). - geçirmek /a/ to make (someone) do what one says. -ü geçmek 1. to be influential. 2. to be mentioned, be spoken of. - gelmek /a/ to be the object of criticism, be criticized. -üne gelmek /ın/ to come round to (someone´s) point of view, finally to agree that (someone) is right. -ünü geri almak 1. to take back what one has said (apologetically). 2. to withdraw one´s promise. - getirmek /a/ to cause unfavorable comments to be made about. -ü (bir şeye) getirmek to say (something) indirectly, say (something) in so many words. - götürmez beyond doubt, indisputable. - gümüşse sükût altındır. proverb Speech is silver, but silence is golden. - işitmek to get a dressing down. - kaldırmamak to be quick to retort to a slighting or insulting remark. -de kalmak not to be carried out, not to be realized. - kavafı garrulous, (someone) who´s a chatterbox. - kesmek /a/ (for the bride´s family) to agree to give (their daughter) in marriage. -ü kesmek to stop speaking in midsentence. -ünü kesmek /ın/ to interrupt (someone who is speaking). -ün kısası.... in short.../the long and the short of it is that.... - konusu 1. person or thing being talked of. 2. (person, thing) being talked of, under consideration. - konusu etmek /ı/ to discuss. - konusu olma -
4 kommen
kommen <kommt, kam, gekommen> ['kɔmən]vi sein1) (her\kommen) gelmek ( von -den); (hin\kommen) gitmek ( nach -e); (an\kommen) varmak; ( zurückkehren) dönmek ( von -den);da kommt er ja! işte geliyor!;ich komme schon şimdi geliyorum, geliyorum canım;gut, dass du kommst gelmen iyi;ein Taxi \kommen lassen bir taksi çağırtmak;er kam von einer Reise seyahatten döndü;angelaufen \kommen çıkagelmek;zu spät \kommen çok geç gelmek;du sollst zum Direktor \kommen müdüre gelmelisin;wie komme ich nach...?...e nasıl giderim?;zu der Überzeugung \kommen kanaatine varmak;wir müssen langsam zu einem Ende \kommen yavaş yavaş işimizin sonuna gelmeliyiz;nicht von der Stelle \kommen yerinde saymak;ich halte die Zeit für ge\kommen bence zamanı geldi;jetzt komme ich şimdi ben geliyorum, şimdi sıra bende;jetzt komme ich an die Reihe şimdi sıra bana geliyor;das kommt später bu sonra gelecek;der kommt mir nicht ins Haus! bu benim kapımdan içeri giremez!;in die Schule \kommen okula başlamak;ins Krankenhaus \kommen hastaneye yatmak;der Fall kommt vor Gericht mahkemeye düşmek;sein Vorschlag kam mir sehr gelegen teklifi [o önerisi] çok işime geldi;du kommst mir gerade recht! ( fam) bir sen eksindin!;das kommt mir wie gerufen bu çok işime gelir;komme, was da wolle ne gelirse gelsin;jdm \kommen die Tränen birinin gözleri yaşarmak;zum Stehen \kommen durabilmek;man kommt hier zu nichts burada hiçbir şey yapılamıyor;es kam zu einem Streit kavga çıktı;zur Sache \kommen sadede gelmekwieder zu sich \kommen tekrar kendine gelmek;zu Wort \kommen söz almak;zu Schaden \kommen zarar görmek;wie käme ich dazu, das zu machen? neden bunu yapacacak mışım?;wie komme ich zu der Ehre? ( iron) bu ne şeref?;ums Leben \kommen can vermek;das kommt zusammen auf 20 Euro ( fam) hepsi 20 euro eder;ich komme auf 1.200 Euro im Monat ( fam) ayda 1.200 euroyu buluyorum;hast du richtig gezählt? ich komme nur auf 15 doğru saydın mı? ben 15 çıkarıyorum;kommt man hier leicht an frisches Gemüse? burada taze sebze bulmak kolay mı?;ich kam nicht auf seinen Namen adı aklıma gelmedi;wie kommst du darauf? o nereden aklına geldi?, bunu nereden çıkardın?;sie lässt nichts auf ihn \kommen ona toz kondurmuyor;auf die Welt \kommen dünyaya gelmek;auf etw/jdn zu sprechen \kommen bir şeyden/kimseden söz etmeye başlamak;hinter etw \kommen bir şeyin içyüzünü öğrenmek;durch den Zoll/eine Prüfung \kommen gümrükten/bir sınavdan geçmek;Jeans sind wieder im K\kommen blûcin yine moda oluyor;aus der Mode \kommen modası geçmek;aus dem Konzept \kommen aklı karışmak;nun komm schon! ( fam) ha(y) di gel artık!;2) (herbei\kommen) gelmek (zu -e)3) ( geschehen) gelmek, olmak;ich habe es \kommen sehen bunun geleceğini görmüştüm;das musste ja so \kommen bunun böyle olacağı belliydi zaten;es kam, wie es \kommen musste olan oldu;die Hochzeit kam für alle überraschend düğün herkese sürpriz oldu;das Schlimmste/Beste kommt erst noch bunun daha da kötüsü/iyisi var;wie kommt es, dass du...? nasıl oluyor da sen...?;ich komme aus Dortmund ben Dortmund'dan geliyorum5) ( durchqueren) gelmek (über/durch üzerinden/içinden);über Münster \kommen Münster üzerinden gelmekauf zwei Deutsche kommt ein Auto iki Alman başına bir otomobil düşerder Vorschlag kam von mir öneri benden geldi;das kommt davon! gördün mü işte!;das kommt vom Rauchen bu, sigara içmekten gelir9) ( hingehören)das Buch kommt in den Schrank kitabın yeri dolaptain Gang \kommen başlamak -
5 идти
несов.; сов. - пойти́1) тк. несов. gitmek; yürümek; gelmekидти́ домо́й — eve gitmek
идти́ пешко́м — yayan gitmek; yürümek
идти́ ры́сью — tırıs gitmek
иди́ к доске́! (ученику) — tahtaya kalk!
иди́ впереди́! — öne düş!
2) тк. несов. (двигаться, перемещаться) gitmek; yürümek; yol almakпо́езд шёл бы́стро — tren hızlı gidiyordu
су́дно шло на Оде́ссу — gemi Odesa'ya doğru yol alıyordu
навстре́чу шёл грузови́к — karşıdan bir kamyon geliyordu
иди́ по сле́ду — izi takip et
3) (отправляться, направляться) gitmek; yürümekидти́ на охо́ту — ava gitmek
пошёл бы погуля́л — gidip gezsen
идти́ в го́сти — misafirliğe gitmek
она́ пошла́ за водо́й — suya gitti
пошли́ / пойдём в кино́ — sinemaya gidelim
враг шёл на Москву́ — düşman Moskova'ya yürüyordu
4) тк. несов., перен. (двигаться, развиваться в каком-л. направлении) gitmekидти́ вперёд — ilerlemek; gelişmeler kaydetmek
идти́ к це́ли — hedefe doğru gitmek / ilerlemek
идти́ от побе́ды к побе́де — zaferden zafere koşmak
5) ( соглашаться) yanaşmak; kabul etmekпойти́ на предло́женные усло́вия — önerilen koşulları kabul etmek
пойти́ на усту́пку — ödüne gitmek
на тако́е де́ло он не пойдёт — böyle bir işe yanaşmaz
идти́ на расхо́ды — masraflar ihtiyar etmek
6) (выступать противником кого-чего-л.) karşı olmak; karşı çıkmak; karşı tutum / cephe almakпро́тив тебя́ он не пойдёт — sana karşı çıkmaz
идти́ про́тив зако́на — kanuna karşı gelmek
7) (вступать, поступать куда-л.) girmekо́сенью он пойдёт (посту́пит) в шко́лу — sonbaharda okula gidecek
идти́ в а́рмию — askere gitmek; orduya girmek
8) ( доставляться) gelmek; gitmekсюда́ идёт сырьё, отсю́да - гото́вые изде́лия — buraya hammadde(ler) gelir, buradan da mamul maddeler / eşya gider
пи́сьма всё иду́т и иду́т — mektupların ardı arkası kesilmiyor
9) тк. несов. (приближаться, появляться) gelmekпо́езд идёт! — tren geliyor!
весна́ идёт — перен. bahar giriyor / geliyor
10) ( отправляться - о транспорте) kalkmak; hareket etmekпо́езд идёт в час — tren birde kalkıyor
11) тк. несов. ( действовать - о механизмах) işlemekчасы́ не иду́т — saat işlemiyor
12) ( об осадках) yağmakпохо́же, пойдёт снег — hava karlayacağa benziyor
13) тк. несов. (иметь место, происходить, производиться) yapılmak; yer almak; yürümek, gitmek ( развиваться)шла война́ — savaş yapılıyordu
иду́т перегово́ры — görüşmeler yapılıyor
в до́ме шла побе́лка — evde badana yapılıyordu
как иду́т дела́? — işler nasıl gidiyor / yürüyor?
торго́вля шла пло́хо — ticaret kötü gidiyordu
14) тк. несов. (проходить, протекать, длиться) geçmekвре́мя идёт — vakit geçiyor / ilerliyor
шли го́ды — yıllar yılları / birbirini kovalıyordu
шёл пя́тый час — saat dördü geçmişti
де́вушке шёл шестна́дцатый год — kız on altısını sürüyordu
идёт уже́ тре́тья неде́ля, как... — üçüncü haftadır...
15) тк. несов. ( пролегать) gitmek; uzanmakкуда́ идёт э́та доро́га? — bu yol nereye gider / çıkar?
хребе́т идёт с за́пада на восто́к — sıradağ batıdan doğuya doğru uzanır
э́тот проспе́кт идёт че́рез весь го́род — bu anacadde kenti boydan boya kateder
да́льше идёт лес — ötesi orman
16) (выходить, выделяться) çıkmak gelmek; yayılmak ( распространяться); akmak ( течь), sızmak; kaçmak ( просачиваться)вода́ идёт? (из крана) — su geliyor mu?
от земли́ шёл пар — topraktan bir buğudur tütüyordu
газ шёл из кла́пана — gazı kaçıran supaptı
у него́ но́сом пошла́ кровь — burnundan kan geldi
из трубы́ пошёл дым — baca tütmeye başladı
17) ( в играх) sürmek; oynamakидти́ с да́мы — kızı oynamak
он пошёл конём — atı sürdü / oynattı
18) ( предназначаться) kullanılmakна что идёт э́тот мех? — bu kürkler ne için kullanılır?
ма́сло, иду́щее в пи́щу — yemeklik yağ
19) ( расходоваться) gitmekде́нег идёт нема́ло — az para gitmiyor
цеме́нта пойдёт не бо́льше то́нны — bir tondan fazla çimento gitmez
на костю́м пошло́ три ме́тра — kostüm için üç metre gitti
20) разг. (находить сбыт, спрос) geçmek; aranmak; rağbet görmekра́ньше э́тот това́р шёл о́чень хорошо́ — önceleri bu mal çok geçiyordu / aranıyordu
почём иду́т сли́вы? — erik kaçtan satılıyor?
ему́ уже́ идёт зарпла́та — maaşı işliyor artık
проце́нты иду́т (с вклада) — faizi işliyor
за сверхуро́чную рабо́ту идёт надба́вка — fazla mesai için zam ödenir
22) (украшать, быть к лицу) gitmek; yakışmakэ́та шля́па тебе́ идёт — bu şapka sana gidiyor
коке́тство ей не идёт — ona cilve yakışmaz
23) тк. несов., разг. (входить, вдвигаться) girmekсапо́г не идёт на́ ногу — ayağım bu çizmeye girmiyor
24) oynamakгде идёт э́та карти́на? — bu filim nerede / hangi sinemada oynuyor
пье́са пойдёт в двух теа́трах — oyun / piyes iki tiyatroda oynanacak
25) ( выходить замуж) varmakза тако́го, как ты, она́ не пойдёт — senin gibisine varmaz
26) тк. несов., перен., разг. (иметь каким-л. результатом, показателем) olmakна́ша кома́нда идёт на второ́м ме́сте — bizim takım ikinci durumdadır
он идёт на одни́ тро́йки — aldığı notlar hep orta
••речь пойдёт не об э́том — söz edilecek olan bu değil
вода́ пошла́ на у́быль — sular inmeye başladı
идти́ на по́мощь кому-л. — birinin yardımına koşmak
мы гото́вы идти́ за тобо́й — arkandan gelmeye hazırız
иду́т слу́хи, что... —...dığı söyleniyor / rivayet ediliyor
пошли́ слу́хи, что... —...dığı yolunda söylentiler çıktı
пошли́ спле́тни — dedikodu alıp yürümüştü
докуме́нт пойдёт на по́дпись — belge imzaya sunulacak
-
6 مثل
Iمَثَّلَ1. sembolleştirmekAnlamı: simgeleştirmek2. örneklendirmekAnlamı: örneklerle açıklamak3. örneklemekAnlamı: örnek vermek4. benzetmekAnlamı: benzer duruma getirmek5. simgelemekAnlamı: sembol durumuna getirmekIIمَثَل1. benzerlikAnlamı: benzer olma durumu2. meselâAnlamı: söz gelişi, örneğin3. söz gelişiAnlamı: örneğin4. gibisiAnlamı: benzeri5. aynılıkAnlamı: aynı olma durumu, özdeşlik6. örneğinAnlamı: örnek olarak, mesela7. muadilAnlamı: eşit, denk, eşdeğer8. göstermelikAnlamı: örnek, numune, mostralık9. meselAnlamı: örnek alınacak söz10. öğütAnlamı: nasihat11. böyleAnlamı: bunun gibi, buna benzer12. benzerAnlamı: bir başkasına benzeyenمَثَلَ1. gelmekAnlamı: ortaya çıkmak, doğmak2. gözükmekAnlamı: görünmek3. görünmekAnlamı: görülür duruma gelmekIVمِثْل1. benzerlikAnlamı: benzer olma durumu2. muadilAnlamı: eşit, denk, eşdeğer3. gibisiAnlamı: benzeri4. aynılıkAnlamı: aynı olma durumu, özdeşlik5. misilAnlamı: eş, benzer6. tıpkıAnlamı: tıpatıp, aynı7. kadarAnlamı: gibi (bir şeye benzer)8. benzerAnlamı: bir başkasına benzeyen9. böyleAnlamı: bunun gibi, buna benzer -
7 demek
1. اجتلى [اِجْتَلَى]Anlamı: düşünmek, oranlamak, ummak, istemek2. افتكر [اِفْتَكَرَ]Anlamı: düşünmek, oranlamak, ummak, istemek3. انتطق [اِنْتَطَقَ]Anlamı: söylemek, söz söylemek4. تدبر [تَدَبَّرَ]Anlamı: düşünmek, oranlamak, ummak, istemek5. تفكر [تَفَكَّرَ]Anlamı: düşünmek, oranlamak, ummak, istemek6. تفوه [تَفَوَّهَ]Anlamı: söylemek, söz söylemek7. تلفظ [تَلَفَّظَ]Anlamı: söylemek, söz söylemek8. قال [قالَ]Anlamı: söylemek, söz söylemek9. قرر [قَرَّرَ]Anlamı: herhangi yargıya varmak10. لغا [لَغَا]Anlamı: söylemek, söz söylemek11. نطق [نَطَقَ]Anlamı: söylemek, söz söylemek12. عنى [عَنَى]Anlamı: anlamına gelmek -
8 заходить
uğramak,girip çıkmak; almaya gelmek; çekilmek; batmak* * *I сов.заходи́ть по ко́мнате — odada bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başlamak
II несов.; сов. - зайти́в коридо́ре заходи́ли — koridorda gidiş gelişler başladı
ты заходи́л к больно́му? — hastayı yokladın mı?
мне на́до зайти́ к дире́ктору — müdürü göreceğim
да, да, он до́ма, заходи́те! — evde, evde, buyurun!
2) (за кем-чем-л.) almaya gelmekза кни́гой я зайду́ пото́м — sonra gelir kitabı alırım
3) ( подходить со стороны) (dolanarak) gelmekзаходи́ с друго́й стороны́ маши́ны — arabayı dolan gel
4) ( скрываться) çekilmekсо́лнце зашло́ за́ гору — güneş dağın gerisine çekildi / ardına indi
5) ( о солнце) batmak6) в соч.речь зашла́ о... —...dan söz açıldı
••ты зашёл сли́шком далеко́ — fazla ileri gittin
-
9 брать
almak,tutmak; ele geçirmek,zapt etmek; aşmak; sapmak,gitmek* * *несов.; сов. - взять1) врз almak; tutmakвзять ребёнка за́ руку — çocuğu elinden tutmak
не бери́ (рука́ми) — tutma
брать дете́й с собо́й — çocuklarını (beraber) almak
брать рабо́ту на́ дом — eve iş almak
возьми́ (с собо́й) зонт — yanına şemsiye al
в теа́тр его́ не взя́ли — onu tiyatroya almadılar
брать такси́ — taksi tutmak
брать что-л. в долг — eğreti almak
брать де́ньги взаймы́ — borç para almak
брать хлеб в бу́лочной — fırından ekmek almak
брать от жи́зни всё — перен. hayattan kâm almak
брать нало́ги — vergi almak
за э́то нало́гов не беру́т — bunun vergisi yoktur
брать сло́во с кого-л. — перен. (birinden) söz almak; (birine) söz verdirmek
брать пле́нных — esir almak
престу́пника взя́ли но́чью — suçluyu gece tuttular
брать кре́пость шту́рмом — kaleyi hücumla almak
взять ферзя́ — шахм. veziri almak
2) ( делать вывод) çıkarmak, uydurmakотку́да ты взял, что мы уезжа́ем? — nereden çıkardın gideceğimizi?
3) перен. ( овладевать) almak; tutmak; işlemekменя́ смех берёт — gülesim geliyor
меня́ взял страх — beni bir korkudur aldı
тут меня́ взяло́ сомне́ние — derken şüpheye düştüm
4) ( преодолевать) aşmakбрать препя́тствие — engeli aşmak
по́езд брал подъём — tren rampayı çıkıyordu
5) в соч.он берёт прилежа́нием — ona başarı kazandıran çalışkanlığıdır
6) в соч.э́то стекло́ пу́ля не берёт — bu cama kurşun işlemez
меня́ и снотво́рное не берёт — uykum ilacı da tutmuyor
ружьё берёт на две́сти ме́тров — çiftenin atımı iki yüz metre
э́ту до́ску ножо́м не возьмёшь — bu tahtayı bıçakla kesemezsin
7) ( направляться) gitmek; sapmakбрать вле́во — sola sapmak
бери́ пря́мо — doğru git
8) ( о неожиданном действии) kalkmak, tutmakа он взял и / да уе́хал — tuttu gitti
9) с некоторыми сущ. образуют устойчивые сочетаниябрать в расчёт — hesaba almak / katmak
брать кого-л. под защи́ту — himayesine almak
брать нача́ло (восходить) — (kadar) inmek
брать направле́ние на... — yönünü tutmak
••брать в свиде́тели — tanık tutmak / göstermek
брать приме́р с кого-л. — örnek almak
брать на себя́ — üstlenmek, üstüne almak
брать на себя́ отве́тственность за что-л. — (bir şeyin) sorumluluğunu üstüne almak / üstlenmek
брать на себя́ расхо́ды по... —... giderlerini üstlenmek
брать (на себя́) обяза́тельство — taahhüt altına girmek
брать вину́ на себя́ — suçu üstüne almak
брать сло́во (на собрании) — söz almak
брать руково́дство в свои́ руки́ — yönetimi eline almak
брать себя́ в ру́ки — kendine hâkim olmak
брать верх над кем-чем-л. — (birine, bir şeye) üstün gelmek, galebe çalmak
пу́ля его́ не берёт — onun kurşun işlemezliği var, ona kurşun geçmiyor
да́же го́ды его́ не беру́т — onu yıllar bile alt edemiyor
взять / возьмём тако́й вопро́с:... — şu sorunu ele alalım:...
-
10 büyük
"1. big, large. 2. old; older, senior. 3. one´s senior, older person; person whose rank or qualities command respect. 4. important; grand, chief, major. 5. great, grand, exalted. -ler 1. the great. 2. adults. - aptes 1. (human) feces. 2. the need to defecate. - aptesi gelmek to need to defecate, need to do a BM. - atardamar anat. aorta. - balık küçük balığı yutar. proverb A big fish swallows a little fish. -le büyük, küçükle küçük olmak to treat people, young and old, according to their age and interests. -ten büyüğe law by primogeniture. - defter fin. ledger. - görmek/bilmek/tutmak /ı/ to esteem highly. - hanım the older or oldest lady of the house. - harf capital letter, capital, majuscule. - ikramiye first prize (in a lottery). - kalori large calorie. - kasa central pay office. - laf etmek to talk big. - lokma ye, büyük söz söyleme. proverb Eat a big mouthful, but don´t make big promises. B- Millet Meclisi the Grand National Assembly (of Turkey). - oynamak gambling to play for high stakes. - ölçüde 1. on a large scale. 2. in large measure, to a great degree. - önerme log. major premise. - para a lot of money. - (söz) söylemek to talk big, boast. - söz big talk. - sözüme tövbe! I hate to talk big, but.... - terim log. major term. - ünlü uyumu ling. two-form vowel harmony. - yemin solemn oath, binding oath." -
11 заговорить
konuşmak,laf açmak; dile gelmek* * *I сов., см. заговаривать II IIkonuşmaya başlamak; konuşmak; söz / laf açmak (о ком, чём-л.); dile gelmek ( обрести дар речи)заговори́л Петро́в — Petrov konuşmaya / söze başladı
ребёнок заговори́л в де́сять ме́сяцев — çocuk on aylıkken konuşmaya başladı
у меня́ заговори́шь! — груб. konuştururum seni!
••заговори́ли пу́шки — toplar faaliyete geçti / konuşmaya başladı
он заговори́л по-друго́му — ağzını değiştirdi
-
12 spell
n. büyü, afsun, sihir, tılsım, büyüleme, büyülenme, alımlılık, çekıcilik, sıra, nöbet, vardiya, çalışma sırası, kısa süre, kısa mesafe, dönem, kriz (öksürük vb.)————————v. hecelemek, imlâsını yazmak, diye okunmak, anlamına gelmek, nöbetini devretmek, yerine çalışmak, büyülemek, etkilemek* * *1. hecele (v.) 2. büyü (n.)* * *I [spel] past tense, past participle - spelt; verb1) (to name or give in order the letters of (a word): I asked him to spell his name for me.) hecelemek, harf harf söylemek2) ((of letters) to form (a word): C-a-t spells `cat'.) harflerini oluşturmak3) (to (be able to) spell words correctly: I can't spell!) hecelemek4) (to mean or amount to: This spells disaster.) anlamına gelmek•- speller- spelling II [spel] noun1) (a set or words which, when spoken, is supposed to have magical power: The witch recited a spell and turned herself into a swan.) tılsımlı/büyülü söz(ler)2) (a strong influence: He was completely under her spell.) çekicilik, cazibeIII [spel] noun1) (a turn (at work): Shortly afterwards I did another spell at the machine.) nöbet2) (a period of time during which something lasts: a spell of bad health.) dönem, süre3) (a short time: We stayed in the country for a spell and then came home.) kısa bir süre -
13 bir
"1. one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias. 2. a, an; a certain, a particular: Bursa´da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday´s party I saw a certain woman; you know who I mean. 3. the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same. 4. united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We´re of one mind on this subject. 5. shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom. 6. only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this. 7. used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there! 8. used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy´de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don´t seem quite yourself today. - ağızdan in unison, with one voice. - alan pişman, bir almayan. colloq. It´s the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use. - alay a great quantity, a large number. - âlem something else, really something, a wonder, amazing: Orası bir âlem! That´s one amazing place! Cüneyt başlı başına bir âlem! Cüneyt is a wonder in his own right! - an at one point: Bir an bir şey söyleyecek gibi oldu. At one point she looked like she was going to say something. - an evvel/önce as soon as possible. - ara/aralık 1. at one point, for a while, for a short period. 2. when one has a free moment, when one has a chance: Bir ara bana uğrayıver. Drop by when you have a free moment. - araba 1. a wagonload of; a truckload of. 2. colloq. a lot of, a slew of. - arada together. - araya gelmek 1. (for people) to come together (in the same place and at the same time). 2. (for events) to happen at the same time, coincide. - araya getirmek /ı/ to bring (people, things) together (in the same place and at the same time). - aşağı bir yukarı (to come and go) aimlessly. - atımlık barutu kalmak/olmak to be almost at the end of one´s resources, be almost at the end of one´s rope; to have played almost all of one´s cards; to have very little energy left. - avuç 1. a handful (of). 2. a handful (of), a very small number or amount (of). - ayağı çukurda olmak to have one foot in the grave. - ayak evvel/önce immediately, at once. - ayak üstünde bin yalan söylemek 1. to tell a whole pack of lies at one go. 2. to be a big liar. - bakıma in one way, in one respect. - baltaya sap olmak to have a job, be employed. - bardak suda fırtına koparmak to raise a tempest in a teapot. - başına all alone, all by oneself. - baştan/uçtan bir başa/uca (traversing, looking at, surveying, filling a place) from one end to the other, from end to end. - ben, bir de Allah bilir. colloq. Only God knows what I´ve gone through. -e beş vermek to yield five times the seed, yield fivefold. -e bin katmak to exaggerate, make much of a trifle. - bir one by one. - boy 1. once. 2. used as an emphatic: Bir boy gidelim, görelim. Let´s just go and see! - boyda of the same height. - bu eksikti. colloq. Nothing but this was lacking!/This was all that was needed! (said sarcastically). - cihetten in one way, in a way. - çatı altında under the same roof, in the same building. - çırpıda at one stretch, without interruption, at once. - çift söz 1. a little advice, a piece of advice: Sana bir çift sözüm var. I have a piece of advice for you. 2. a brief exchange of conversation: Öyle meşguldüm ki kendisiyle bir çift söz bile edemedim. I was so busy that I couldn´t have even a brief conversation with her. - çuval inciri berbat etmek to foul things up but -
14 büyük
большо́й вели́кий загла́вный ста́рший* * *озвонч. -ğü1) врз. большо́й, кру́пный; обши́рныйbüyük arsa — большо́й уча́сток
büyük kalabalık — больша́я толпа́
büyük memur — кру́пный чино́вник
büyük yığınlar — широ́кие ма́ссы
2) вели́кий, могу́чий, значи́тельный, ва́жныйbüyükler — вели́кие лю́ди
büyük adam — ва́жный челове́к
büyük coğrafya keşifleri — вели́кие географи́ческие откры́тия
büyük devletler — вели́кие держа́вы
3) взро́слый4) ста́ршийbüyük oğul — ста́рший сын
••- büyük bilmek
- büyük gelmek
- büyük söyleme
- büyük söz söyleme
- büyük sözüme tövbe
- büyük yemin etmek -
15 iyi
хоро́ший хорошо́* * *1.1) врз. хоро́шийiyi adam — хоро́ший челове́к
iyi haber — до́брая весть
iyi ilâç — хоро́шее лека́рство
iyi para kazandı — он зарабо́тал прили́чные де́ньги
iyi bir konuşma — хоро́ший разгово́р
iyi yağmur yağdı — прошёл отли́чный дождь
2) здоро́выйiyimisiniz? — вы здоро́вы?
iyiyim — я здоро́в, я чу́вствую себя́ хорошо́
3) доста́точный, удовлетворя́ющий потре́бностям2. врз.süt çocuklar için iyi — молоко́ хорошо́ для дете́й
хорошо́çok iyi — о́чень хорошо́, прекра́сно
iyi konuştu — он хорошо́ говори́л
iyi ki — хорошо́, что...; повезло́, что...
iyi etmek — а) вы́лечить, исцели́ть; б) хорошо́ / пра́вильно поступа́ть; в) арго огра́бить
iyi olmak — а) выздора́вливать, поправля́ться; зажива́ть; б) подходи́ть, соотве́тствовать; в) быть уме́стным, быть к ме́сту
••iyi dost kara günde belli olur — посл. друг познаётся в беде́
iyi iş altı ayda çıkar — посл. для [осуществле́ния] хоро́шего де́ла ну́жно вре́мя
iyi söz baldan tatlıdır — посл. до́брое сло́во сла́ще мёда
- iyisi- senden iyisini bulamaz
- iyisi mi
- iyisi mi vazgeç
- iyiye çekmek
- iyi gelmek
- ilâç iyi geldi
- palto üstünüze iyi geldi
- iyi gitmek
- bu elbise size iyi gidiyor
- iyi gözle bakmamak
- iyi hoş ama...
- iyi iş doğrusu
- iyiye iyi
- kötüye kötü demek
- iyi söylemek -
16 kafa
голова́ (ж)* * *голова́••- kafadan atmak
- kafası bozulmak
- kafası bulanmak
- kafayı bulmak
- kafası çalışmak
- kafa çekmek
- kafayı çekmek
- kafa değiştirmek
- kafayı değiştirmek
- kafasının dikine gitmek
- kafa dinlemek
- kafası dönmek
- kafası dumanlamak
- kafası durmak
- kafasını ezmek
- kafa göz yarmak
- kafadan gayri müsellâh
- kafasından geçirmek
- kafası işlemek
- kafa kafaya vermek
- kafasını kaldırmak
- kafa kalmamak
- kafasını kaşıyacak vakti olmamak
- kafası kazan olmak
- kafası kızmak
- kafasına koymak
- kafasını kullanmak
- kafasını kurçalamak
- kafa patlatmak
- kafa sallamak
- kafasına sığmamak
- kafasını sokmak
- kafasına söz girmemek
- kafası şişmek
- kafasının bir tahtası noksan
- kafası takılmak
- kafasını taştan taşa çarpmak
- kafa tutmak
- kafasında tutmak
- kafayı tütsülemek
- kafasını uçurmak
- kafasına uymak
- kafayı üşütmek
- kafayı ütülemek
- kafasına vur
- ekmeğini elinden al
- kafasına vura vura
- kafasına vurmak
- kafası yerinde olmamak
- kafası yerine gelmek
- kafa yormak
- kafadan kontak -
17 karşı
про́тив* * *1.противополо́жная сторона́karşıdan bir araba geliyordu — с противополо́жной стороны́ е́хала кака́я-то маши́на
karşıya geçmek — перейти́ на противополо́жную сто́рону
2.karşıda oturuyor — он живёт напро́тив
1) противополо́жныйkarşı mahalle — кварта́л, располо́женный напро́тив
karşı taraf — противополо́жная сторона́
2) несхо́дный, противоре́чащий [друго́му]karşı dava — юр. встре́чный иск
karşı parti — оппозицио́нная па́ртия
karşı takım — спорт. кома́нда-проти́вник
3. -ekarşı teklif — встре́чное предложе́ние, контрпредложе́ние
1) про́тив, напро́тив кого-чего; пе́ред кем-чемparka karşı oturmak — жить напро́тив па́рка
buna karşı — про́тив э́того
gripe karşı ilâç — лека́рство про́тив гри́ппа
2) по отноше́нию к кому-чему, относи́тельно кого-чегоsize karşı söz — а) выска́зывание про́тив вас; б) относи́тельно вас
ona karşı sempatim var — у меня́ к нему́ симпа́тия
3) под, к... ( о времени)akşama karşı — под ве́чер, к ве́черу
tren sabaha karşı istasyona geldi — к утру́ по́езд при́был на ста́нцию
••- karşı durmak
- karşı sına geçmek
- karşı gelmek
- karşı koymak
- karşı olmak
- kim karşı? -
18 сходить
I несов.; сов. - сойти́1) inmekсходи́ть с ле́стницы — merdivenden inmek
сходи́ть с по́езда — trenden inmek
сойти́ с ло́шади — attan inmek
2) çekilmekсходи́ть с доро́ги — yoldan çekilmek
сходи́ть с ре́льсов — raydan çıkmak
3) kalkmak; çıkmak; çekilmekроса́ сошла́ — çiyler kalktı
вода́ с поле́й сошла́ — tarlalardaki sular çekildi
пятно́ не сошло́ — leke çıkmadı
улы́бка тут же сошла́ с его́ лица́ — yüzündeki tebessüm aniden siliniverdi
ко́жа схо́дит — deri soyuluyor
••сходи́ть с ума́ — delirmek; çıldırmak
сходи́ть с ума́ по ком-л. — biri için deli divane olmak
э́то сло́во не схо́дит у него́ с языка́ — bu söz (onun) dilinden düşmüyor
её фами́лия не сходи́ла с афи́ш — adı hep afişte kalıyordu
мы не сойдём с э́того пути́ — bu yoldan ayrılmayacağız
у них мя́со со стола́ не схо́дит — onların sofrasından et eksik olmuyor
э́то ему́ с рук не сойдёт (будет наказан) — bu onun yanına kalmaz
II сов.ты с ума́ сошёл! — çıldırdın mı sen?!
gitmek, gidip gelmek; gidip getirmekсходи́ за хле́бом — gidip ekmek al
-
19 charm
n. çekicilik, sevimlilik, afsun, cazibe, albeni, alımlılık, tılsım, sihir, büyü, muska, nazarlık————————v. cezbetmek, hayran bırakmak, büyülemek, çekmek, memnun etmek, korumak (sihirli bir güçle), cazip gelmek* * *1. büyüle (v.) 2. çekicilik (n.)* * *1. noun1) ((a) pleasant quality or attraction: Her charm made up for her lack of beauty.) çekicilik, sevimlilik2) (a magical spell: The witch recited a charm.) büyü, tılsımlı söz3) (something believed to have the power of magic or good luck: She wore a lucky charm.) nazarlık, muska4) (a small ornament that is worn on a chain or bracelet.) uğur2. verb1) (to attract and delight: He can charm any woman.) büyülemek, cezbetmek2) (to influence by magic: He charmed the snake from its basket.) denetimine almak, yönetmek•- charming- charmingly -
20 recalcitrate
v. inat etmek, söz dinlememek, aksilik etmek, karşı gelmek
- 1
- 2
См. также в других словарях:
söz gelmek — (birine) bir davranışından dolayı eleştiriye konu olmak, yerilmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
söz — is. 1) Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil 2) Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük 3) Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi Yer yer… … Çağatay Osmanlı Sözlük
gelmek — den, e, nsz, ir 1) Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı. B. S. Erdoğan 2) Geriye dönmek ... adamı Ödemiş ten aldım geldim, her masrafını çektim. N. Cumalı 3) Oturmaya, ziyarete gitmek Dün akşam amcamlar bize geldi.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
söz ayağa düşmek — bir sorun, karışmaları gerekmeyen veya yetkisiz ve sorumsuz kimselerin görüş bildirdikleri duruma gelmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
birbiri üstüne gelmek — arka arkaya meydana gelmek, ara vermeden olmak Son günlerde birbiri üstüne gelen yorgunluklardan söz etti. N. Cumalı … Çağatay Osmanlı Sözlük
acı gelmek — dokunmak, kırmak, üzmek Bu söz ona çok acı geldi … Çağatay Osmanlı Sözlük
mesel olmak — söz, cümle, dize vb. atasözü durumuna gelmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
MUARAZA-İ BİL-HURUF — Söz, yazı veya fikir ile birisine karşı gelmek. Sözlü mücâdele. (Bak: Muallekat ı seb a … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
baş — 1. is., anat. 1) İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı. N. Cumalı 2) Bir topluluğu yöneten kimse … Çağatay Osmanlı Sözlük
Türkische Sprache — Türkisch (Türkçe) Gesprochen in Türkei, Zypern, Bulgarien, Griechenland, Mazedonien, Rumänien, Kosovo, außerdem unter türkischen Migranten in Westeuropa, Nordamerika und Australien Sprecher Geschätzte 6 … Deutsch Wikipedia
aman — ünl., Ar. amān 1) (ama:n) Yardım istenildiğini anlatan bir söz Aman Allahım! 2) Bir suçun bağışlanmasının istendiğini anlatan bir söz Aman, bir daha yapmam! 3) Usanç ve öfke anlatan bir söz Aman bırak beni! Aman, bu laflardan da bıktık! 4) Rica… … Çağatay Osmanlı Sözlük